Türkiye’nin şehirleşme tarihinde belki de en çok konuşulması gereken ama en az içselleştirilen kavramlardan biriyle yüz yüzeyiz: “Yık-yap” modeli. Bu anlayış, geçmişten bugüne pek çok kentte, “dönüşüm” adı altında süreklilikle uygulandı. Ancak unuttuğumuz ya da unutturulan çok kritik bir gerçek vardı: Her bina sadece betonarme bir yapı değil, aynı zamanda bir hafıza, bir yaşamın şahidi ve bir mahallenin ruhuydu.
“Yık-Yap” Ne Kaybettirdi?
Bu modelle yalnızca binalar yıkılmadı; sokak kültürü dağıldı, komşuluk ilişkileri çözüldü, mahalle dayanışması sarsıldı. Çünkü mesele sadece binaların sağlamlığı değil, hayatın dayanıklılığıydı. Depreme karşı alınan önlem, çoğu zaman sadece fiziksel dönüşümle sınırlı kaldı. Oysa biz, insanı merkez alan, kültürü koruyan, hafızaya sahip çıkan bir yaklaşımla hareket etmeliydik.
İşte tam da bu yüzden şimdi yeni bir kavrama ihtiyacımız var:
“Yaşat-Koru” Zihniyeti.
Bu sadece yeni bir şehircilik modeli değil, aynı zamanda bir yaşam felsefesidir. Bu zihniyetin merkezinde, şu üç temel ilke yer alır:
-
Yaşat:
İnsan hayatını önceleyen, onu maddi ve manevi anlamda koruyan yapılar üretmek. Binaları değil, içinde yaşayanları öncelemek.
-
Koru:
Mirası, belleği, doğayı ve toplumsal dokuyu yok etmeden korumak. Kente karakter kazandıran detayları silmek yerine yaşatmak.
-
Birlikte İnşa Et:
Toplumla birlikte karar almak, paydaşları sürece dahil etmek. Kentsel dönüşümü bir rant meselesi değil, birlikte var olma meselesi olarak görmek. "Yaşat-koru" anlayışı, sadece binaların değil, birlikte yaşamın da depreme dayanıklı hale gelmesini amaçlar. Amaç yalnızca fiziki yenilenme değil, toplumsal dirençlilik, dayanışma kültürü ve ortak bilinçtir.
Biz bu zihniyeti benimsersek:
-
Mahalleler kimliğini kaybetmez.
-
İnsanlar yaşadıkları yerle aidiyet ilişkisi kurar.
-
Kentsel dönüşüm, sadece bir müteahhitlik hizmeti olmaktan çıkar, bir toplumsal seferberliğe dönüşür.
* Artık Zamanı Geldi
Bir blog yazarı olarak değil, bir yurttaş olarak, hatta bu şehirlerin sokaklarında büyümüş bir insan olarak içimden haykırmak geliyor:
Artık yaşadığımız şehirleri yıkıp yaparak değil, hissedip koruyarak yaşatma zamanı.
Artık fay hatlarının değil, faydasız zihniyetlerin kırılması gerekiyor.
Artık rantın değil, insanın, kültürün, yaşamın korunması gerekiyor.
Bu bir tercih değil; bir zorunluluk.
Deprem öncesi hazırlık bir mühendislik işi olabilir. Ama sonrası, bir vicdan meselesidir.
Ve biz bu vicdanla hareket edersek, sadece binaları değil, bir toplumu da ayağa kaldırabiliriz.