Geleneksel Kodlarımız: Hafızası Silinen Bir Milletin Anatomisi
Bir toplumun kimliği, tarih boyunca oluşturduğu kolektif hafızada saklıdır. Bizim bu topraklarda kadim bir kod sistemimiz vardı. Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e aktarılan bir ahlak zinciri, bir söylem dili, bir davranış biçimi. Bugün o kodların büyük bir kısmı bozuldu ya da silikleşti. Bunun iyi tarafları da oldu elbet: bireysel hak ve özgürlüklerin genişlemesi, toplumsal rollerin sorgulanması, modern eğitim… Ama bedelini ağır ödediğimiz bir şey var: Kollektif bilinç dağınıklığı.
Kendi mahallemden örnek vereyim; çocukken kapılar açık kalırdı. Geceleri fırından gelen simit kokusu sokakta yankılanır, babam camdan “Komşulara da söyle, çay koysunlar” derdi. Bugün, aynı sokakta artık neredeyse kimse kimseyi tanımıyor. Kapılar kilitli, gözler perdeli, ruhlar yorgun. Modernleşme dediğimiz şey sadece teknolojiyi değil, samimiyeti de tüketti.
Şehirleşme mi, Ruhsuzlaşma mı?
Türkiye’de şehirleşme hızı, geleneksel değerleri absorbe edebilecek bir geçiş süreciyle yaşanmadı. Köyden kente göç bir zorunluluktu, bir planlama değil. Bu yüzden taşra ile metropol arasında değer çatışması başladı. Ve bu çatışmada çoğu zaman “gelenek” kaybeden oldu çünkü şehir, gelenekle değil, hızla besleniyor.
Ankara'da yaşamak bu gerilimi fazlasıyla hissettiriyor. Biriyle bir kahve içmek için takvime bakmamız gerekiyor. Güleryüz “iş” olarak görülüyor. Sohbet değil, toplantı randevulaştırılıyor. Oysa Türk geleneğinde zamanın ritmi daha insaniydi. İnsan ilişkileri merkezdeydi. Bugün insanlar merkezi kaybetti, çevresinde dönüp duruyor.
Gelenekle Hesaplaşmak, Geleceği Kurgulamak
Gelenekle bağ kurmak, onu kutsamak değildir. Ben de her yönüyle gelenekçi değilim. Eski sistemin içinde bastırılmış hayatlar var. Kadınların sesi yoktu, gençlerin fikri alınmazdı. Ama bu baskıyı düzeltmek, tüm geçmişi yok etmek anlamına gelmiyor.
Biz ne yaptık? Geçmişi sadece romantize edenlerle, toptan reddedenler arasında sıkıştık. Oysa yapmamız gereken eleştirel sahiplenmeydi. Hem sevip hem sorgulamak. Hem öğrenip hem yenilemek. Bunu yapmadık. Ve bu yüzden ne gelenek kaldı ne gelecek netleşti.
Kök Neye Yarar?
Bir ağacın kökü, sadece toprağa tutunmak için değildir. Kök, ağaca karakterini verir. Meyvenin rengini, dalın eğimini, yaprağın zamanını belirler. Bugün biz meyve vermekte zorlanıyoruz çünkü kökümüzle barışık değiliz.
Köksüz toplumlar her rüzgârda savrulur. Bugün Türkiye’de gördüğümüz entelektüel boşluk, kimlik krizleri, gençlerdeki yönsüzlük hali bu köksüzlük halinin yansıması. Bu sadece ekonomik ya da siyasi bir sorun değil; bu, kültürel derinlik yitimidir.
Ben Ne Yapıyorum?
Açık konuşayım: Her gün bu gerçekliğin içinde uyanmak kolay değil. O yüzden her sabah kahvaltı masasındaki dualardan başlıyoruz. Atasözleriyle, hikâyelerle, “Dedem şöyle derdi…” cümleleriyle örüyorum bu bağı. Ama modern hayattan da koparmıyorum. Bu köprüyü inşa etmeye çalışıyorum. Zor ama imkânsız değil.
Bu blog da bu yüzden var. Çünkü biz kendi hikâyemizi yeniden yazmazsak, başkaları bizim için yazacak. Ve biz sadece izleyici kalacağız.
Gelenek bir çapa değildir, bir pusuladır. Sizi yere çakmaz, yönünüzü bulmanızı sağlar.