“Çünkü bazı insanlar, içini değil dışını giyinir bu ülkede. Sen hâlâ içini korumaya çalışıyorsan, yalnız kalırsın. Ama yalnızlık, sağ kalmaktan iyidir bazen.”
Bazı sabahlar oluyor, kahvemi içerken balkondan dışarıya bakıyorum. Şehrimin gri sokaklarında hızla yürüyen insanlar… Kimisinin gözünde telaş, kimisinin omzunda yorgunluk, kimisininse kalbinde taş gibi duran bir boşluk var. O an içimden geçiyor: “Bu ülkede gerçekten duygusal olarak sağ kalabiliyor muyuz?”
Ben bu yazıyı, kalbini hâlâ koruyanlar için yazıyorum. Sevmenin değerini yitirmediği, birinin gözlerine bakarken içi titreyen, bir cümleden gün boyu etkilenen, yarım bırakılan vedaları hâlâ içinde taşıyanlar için.
Ve evet, kendim için de yazıyorum. Çünkü ben, bu ülkede kalbini koruyarak hayatta kalmaya çalışan biriyim.
Türk Toplumunda Duygu: Gösterilmez, Taşınır
Biz duygularını “ayıp” sayan bir kültürden geliyoruz. Sevincini fazla gösterirsen nazar, acını çok anlatırsan zayıflık sayılır. Hep bir “ölçülü ol” baskısı…
Oysa duygu dediğin şey ölçüye gelmez. Taşarsa taşar. Sessiz kalırsa birikir.
Ben çocukken evimizde duygular duvardaki halılar gibi asılıydı. Sessiz, desenli ama hep orada. Büyükler konuşmazdı, bakardı. Anne babalar “seni seviyorum” demezdi ama sabah kahvaltını hazırlar, sessizce yanına otururdu. Biz, sevgiyi sessizce gösteren bir toplumduk.
Ama işte tam da bu yüzden… Duyguyu tanımayan, yaşayamayan ama biriktiren nesiller olduk. Ve bir gün, ya içimize patladık ya da başkalarına.
Duygusal Sağ Kalmak Ne Demek?
Bu ülkede duygusal olarak sağ kalmak, her şeyden önce bir direniştir.
Kırılgan kalabilmek, yaralarını göstermek, "Ben bu davranışla incindim" diyebilmek… Cesaret ister.
Ama burası, seni kıranla değil; kırıldığını belli ettiğin için seni küçümseyen bir yer.
Ben de iş hayatımda bunu fazlasıyla yaşadım.
Bir toplantıda birine yapıcı eleştiri yaparken yüzümdeki huzursuzluk okunur diye kendimi baskıladım.
Bir dostum ihanet ettiğinde içimde bir fırtına koptu ama o fırtınayı "yoğunum" diyerek susturdum.
Çünkü öğrendim ki; burada duygularını bastırmak, güçlü görünmenin bedeli.
Peki Neden Bu Kadar Yorulduk?
Çünkü biz;
-
Sevilmeyi hak etmek için çabalamamız gerektiği öğretilmiş bir nesiliz,
-
Hissedene değil, hissettirmeyene değer verilen bir kültürde büyüdük,
Yaralı olduğumuzu belli edince “zayıf” sanıldığımız için zırh takmak zorunda kaldık.
Ama işin acı yanı şu: Zırhı uzun süre taşıyan, kendi kalbini de hissedemez hale geliyor.
Ben bu noktada kendi içime dönmeye başladım. Kendime şunu sordum:
"Hayatta kalmak mı istiyorsun, yoksa gerçekten yaşamak mı?"
Cevabım netti:
Kalbimi yitireceksem, başarı anlamsız. İçimdeki insan ölüyorsa, dışarıdaki insan sadece bir dekor.
Bir Kulüp Kuruyorum: Kalbini Koruyanlar Kulübü
Bu yazıyla birlikte, kendi içimde bir kulüp kurmaya karar verdim.
Üyesi olmayan ama aitlik hissi veren bir yer.
Adı: Kalbini Koruyanlar Kulübü.
Burada güçlü olmak, duygusuzlukla değil; duygunun ağırlığını taşıyabilmekle ölçülür.
Burada “anladım” kelimesi, “haklıyım”dan değerlidir.
Burada bir dost, sustuğunda da anlaşılır.
Türk toplumunun geçmişinde bu kulübün örnekleri çoktu aslında.
-
Ahilik teşkilatı sadece ekonomik değil, ahlaki bir birlikti.
-
Derviş meclislerinde konuşmaktan çok hissetmek esastı.
-
Anadolu kadınının sessiz gücü, binlerce duygunun mayasıydı.
Bunlar bizim kodlarımızda vardı ama biz o kodları okuma yetimizi kaybettik.
Bugün Ne Yapmalı?
Bana sorarsanız, bugünün en büyük devrimi kalbini koruyabilmektir.
-
Kalabalıklara rağmen hâlâ derin sohbetler arıyorsan,
-
İnsanların tüketilir hale geldiği bir çağda hâlâ bağ kurmayı önemsiyorsan,
-
İçindeki kırıklıkları inkâr etmeyip, onlarla yaşamayı öğreniyorsan,
Sen bu kulübe zaten dahilsin.
Ben çocuklarıma bunu öğretmeye çalışıyorum. “Ağlamak utanılacak bir şey değil,” diyorum.
“Birine kırıldığında susma, anlat. Ama kırmadan anlat,” diye öğüt veriyorum.
Çünkü biliyorum ki; duygusal sağ kalmak, çocukluktan başlıyor.
Bir Not Sana, Ey Okur:
Bu satırları okurken içini kıpırdatan bir şeyler olduysa…
Belki sen de fark ettin: Biz içimizi korumazsak, dışımız hiçbir işe yaramaz.
Bu ülkede kalbini koruyarak yürümek kolay değil ama değerlidir.
Bu yazı da, tıpkı senin gibi, hâlâ inananların, hâlâ hissedenlerin yazısı.
Kalbini unutmayanlar için bir hatırlatma…