Bloguma hoş geldiniz. Her hafta, düşüncelerimi kelimelere döktüğüm yeni bir yazıyla buradayım.
Powered By Blogger

Öne Çıkan Yayın

📌 Fikirlerimin İzinde: Kendi Yolumda, Kendi Sesimle

 Ben bu blogu, her iki durumda da susmamayı, iç sesimi bastırmamayı seçtiğim gün açtım. "Hayat bazen sana durman gereken yeri söyler, b...

Çarşamba, Nisan 30

Köksüzleşen Toplumlar: Gelenek ile Gelecek Arasında Türkiye

 
Anadolu topraklarında doğup büyümüş biri olarak hepimizin cebinde birkaç atasözü, dilinde birkaç dua, evinde birkaç gelenek kalmıştır. Ancak fark ettiğim şu: Biz artık bu gelenekleri yaşamıyoruz, sadece hatırlıyoruz. Üstelik birçoğumuz, onları hatırlamaktan da yorulmuş durumda.

Ben bir çalışan ve blog yazarı olarak metropol şehrinde trafiğinde sıkışıp kalmışken ya da bir toplantı arasında içimden geçen bir cümleyle yeniden yüzleşiyorum: “Biz nereye gidiyoruz?”

Gelenek Nedir, Ne Değildir?

Gelenek dediğimiz şey sadece bayram sabahı büyükleri aramak, düğünlerde altın takmak ya da Ramazan’da pide kuyruğuna girmek değildir. Gelenek; toplumun hafızasıdır, kimliğidir, aidiyetidir. Ama gelenek, aynı zamanda evrilebilir bir organizmadır. Kalıplaşırsa dogma olur, yenilenirse kültür olur.

Bizde  yani Türk toplumunda  gelenek, uzun yıllar boyunca hem eğiten hem şekillendiren bir rol oynadı. Mahalle kültürü vardı, “komşunun çocuğu” figürü hayatımıza yön verirdi. Bir çocuğun nasıl büyüyeceğine, genç bir adamın nasıl davranacağına, bir kadının toplumda nasıl var olacağına dair sessiz kurallar zincirimiz vardı. Bugün bu zincir ya koptu ya paslandı.

Geçmişin Gölgeleriyle, Geleceğin Işığı Arasında

Bugün 30'lu yaşların üstünde bir birey olarak, hem gelenekle yoğrulmuş bir geçmişin çocuğuyum, hem de dijitalleşmiş, küreselleşmiş bir geleceğin içindeyim. Bu ikisi arasında sıkışan sadece ben değilim; bir toplumun tamamı, bir kimlik bunalımı yaşıyor. Geleneksel değerlerimize yabancılaşıyoruz, ama modern hayatın da tam anlamıyla sahibi değiliz.

Mesela, eskiden sofraya birlikte oturmak bir gelenekti. Şimdi aynı evde dört birey, dört ayrı ekranda yemek yiyor. Misafirlik kültürü vardı; şimdi insanlar birbirine önceden mesaj atmadan aramaktan bile çekiniyor. Evet, teknoloji gelişti ama insani bağlar geriledi. İletişim arttı ama samimiyet azaldı. Bilgiye ulaştık ama hikmeti kaybettik.

Gelenek mi Bizi Terk Etti, Yoksa Biz mi Geleneği?

Bir noktada kendime sormak zorunda kaldım: “Biz bu değerleri neden terk ettik?”
Cevabı net değil. Çünkü bu terk ediş hem bilinçli hem de farkında olmadan gerçekleşti. Geleneklerin bazıları gerçekten baskıcıydı: kadının toplumdaki yeri, bireysel özgürlükler, ifade hakkı gibi alanlarda. Bu yönüyle modernleşme bir nefes gibi geldi.

Ama bazı değerleri de atarken, suyla birlikte çocuğu da döktük. Mesela büyüklerin sözünün dinlenmesi, sadece itaat değil; aslında saygının, deneyimin, yaşam bilgisinin ta kendisiydi. Şimdi gençler “ben bilirim” diyor ama neyi bildiklerini çoğu zaman sorgulamıyorlar. Bu bir kuşak çatışması değil, bu bir köksüzlük belirtisi.

Gelenekten Kopmak mı, Geleneği Güncellemek mi?

Bence mesele şu: Biz geleneği olduğu gibi taşımak zorunda değiliz ama onu güncellemek zorundayız. Gelenek donuk değil, canlıdır. Bir işletme gibi düşünün: Eğer yapınızı güncellemezseniz iflas edersiniz. Türkiye toplumu da bu anlamda, değerlerini güncelleyemezse kültürel iflasa sürüklenebilir.

Ben kendi hayatımda dengeyi kurmaya çalışıyorum. eleştirel düşünmelerini öğütlüyorum. Çünkü biliyorum ki; kendi kimliğini tanımayan bir birey, başkasının kimliğine özenir. Bugün Türkiye’de yaşanan da tam olarak bu: Avrupa’yı, Amerika’yı idealize ediyor ama oranın tarihini, bedellerini, sistemini yeterince anlamıyoruz.

Sonuç: Kim Olduğumuzu Unutmadan, Kim Olacağımıza Yürümek

“Köksüzleşmek” sadece bir nostalji meselesi değil; varoluşsal bir krizdir. Eğer bu topraklarda yaşamak istiyorsak, bu toprağın ruhunu da tanımamız gerekir. Ne sadece geçmişe saplanıp kalmalıyız, ne de geleceğe savrulup gitmeliyiz. Gelenek ile gelecek arasında sağlam bir köprü kurmak zorundayız.

Ben bu blogda bunu yapmaya çalışıyorum. Kendi hikâyemden başlayarak toplumun hikâyesine uzanmak istiyorum. Çünkü biliyorum ki; eğer bu köprü kurulmazsa, bir toplumun en büyük tehlikesi olan "ne olduğunu unutmak" başımıza gelir. Ve unutulan toplumlar, başkalarının hikâyelerinde figüran olur.


İçinizdeki gelenekle barışık ama özgür bireyi, geçmişi bilen ama geleceği inşa eden kimliği bulmanız dileğiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder